Helios'un Kutsanmışları - 1. Bölüm
Sesler duyuyorum. Belli belirsiz. Sanki bazıları tanıdık. Elimde sıcak bir el hissediyorum. Kocaman, elimi iki avucu arasına alıyor. Göz kapaklarımın içine kadar işleyen parlak bir ışık var etrafta. Kendimi zorluyorum, zihnim bulanık. Gözlerimi açmaya çalışıyorum ama ıslak gözlerim karşımdaki kişiyi net görmemi engelliyor.
“Elizabeth! Eli! Beni duyabiliyor musun? Hemen doktoru çağırın. Kral ve kraliçeye haber verin!”
Ah, bu sesi tanıyorum. Gözlerimi ovuşturup yatağın başına dikilmiş ağlayan abime bakıyorum. Ailemizin sembolü olan parlak sarı gözleri açık kalmış musluk gibi akıyordu. Kendime gelmeye başlayıp zihnim açılınca yaşadığım şeyler bir anda zihnime hücum etti. Başıma saplanan keskin bir hançer gibi, kalbimin üstüne binen bir ağırlık.
Ben, ölmüştüm! O soğuk zindanda! Aylarca işkence çektikten sonra! Neler oluyor! Burada, neden, ben. Anlayamıyorum!?
İstemsizce bileklerimi tutup ovuşturdum. Soğuk zincirlerin bileklerime bıraktığı yaralar yok olmuş. Kafamı kaldırdım aralık perdeden içeri sızan güneş ışığını görünce avına saldıran bir kurt gibi yataktan fırladım ve bütün perdeyi açtım. Pencerelerden yansıyarak tenime değen, odayı dolduran güneş ışığı. Güzel bahçemiz. Annemle ekip çiçek açana kadar günlerce başında beklediğimiz güller. Babamın koca ülkenin kralı olmasına rağmen ailesi için kendi elleriyle yaptığı, kolonları tanrıça motifleri ile süslü olan çardak.
Dizlerim beni daha fazla taşıyamadığı için yere çöküp hüngür hüngür ağlamaya başladım. Edgar hızlıca yanıma gelip bana sarıldı. Saçlarımı okşarken kulağıma beni sakinleştirmek için güzel sözler söylüyordu.
Kral ve kraliçe odaya öyle hızlı girip yanıma gelmişlerdi ki neler olduğunu anlayamadan kendimi babamın kucağında bulmuştum. Halen 5 yaşında bir çocukmuşum gibi hiç zorlanmadan beni kaldırıp sarılınca daha çok ağlamaya başlamıştım. Kısa süren ağlama ve sarılma süreci doktorun bana yaptığı sakinleştirici ile 1 saat içinde sona ermişti.
Onlara olanları anlatmalı mıydım? Bir şeyler yaşandığını 16.yaş günümden sonra insanların gözlerinin sürekli üstümüzde olduğunu? Yeniden 15 yaşıma nasıl döndüğümü bilmediğimi.
“At sürmek için bu ısrar etmemeliydin. Bunların olacağını bilseydim cesedimi çiğnesen bile izin vermezdim o koca ata binmene.”
Attan mı düştüm? Bugünü hatırlıyorum. Babamın eski Savaş atı olan Hades yaşlanmış olsa da halen güçlü ve hırçın bir attı ve ben ona binmek için kendimi çok zorlamıştım. En sonunda Hades beni üstünden atmayı başarmıştı. Ayrıca bu demek oluyordu ki yaş günü partime 1 hafta vardı.
“Annemin 3 gün boyunca tanrıçaya etmediği dua kalmadı. En son baş ucunda oturmuş, kendi canını alıp seni hayata döndürmesini isterken yakaladım onu.”
Kraliçe, Prens Edgar’a kötü bir bakış attıktan sonra bir şeyler söylemek üzere bana döndü. Fakat kapı hızla açılınca sözleri yarım kalmıştı.
“Elizabeth!”
İçeriye bağırarak girip kimseyi umursamadan koşarak bana sarılan bu yakışıklı adam nişanlım Jacob’dan başkası değildi. Kahverengi saçları ve normalde her zaman ütülü olan kıyafetleri ıslaktı. Yine de vücudu her zamanki gibi sıcacık ve huzurlu hissettiriyordu. Kralın kıskanç bakışlarını görsem de bu sıcak kucaklama çok iyi hissettirdiği için bir süre öyle kalmasına izin verdim. Yeterli olduğunu düşünüp geri çekildiği zaman gökyüzü mavisi gözlerinin ıslak ve şiş olduğunu fark ettim.
“Özür dilerim. Çok özür dilerim. Uyandığında da yanında olamadım.”
Ellerimi kocaman avuçları arasına alıp sımsıkı tuttu, bir daha bırakmak istemiyormuş gibi.
“Jacob 3 gündür kimse yokken odanda, birileri gelince de kapının önünde bekledi seni. En son annem onu duş alması için zorla banyoya gönderince…”
Kraliçenin bakışları ile yine geveze kardeşim susmak zorunda kalmıştı. Kendine has o güzel ve kocaman gülümsemesi ile mahcup olmuş bir şekilde bir bana bir de Jacob’a bakıyordu.
“Bahçeye çıkmak istiyorum. Güllerin kokusunu özledim.”
Kraliçe telaşlı bir şekilde ellerini ve kafasını “olmaz” dercesine sallamaya başladı.
“Ama henüz bir şeyler yemedin ve yeni uyandın. Biraz daha dinlensen daha iyi olmaz mı?”
“Zaten 3 gündür yatakta yatıyormuşum. Lütfen kral. Anneme söyle izin versin. Sen bu ülkenin kralı değil misin? Sen ne dersen o olur.”
Bu sözlerim üzerine kral kahkahalara boğulmuştu, kraliçe ise şaşkınca bana bakıyordu.
Çocukken annem ne zaman bir şeye izin vermese ağlayarak babama gidip “Kral, annem daha fazla pasta yememe izin vermiyor. Lütfen siz izin verin. Siz kral değil misiniz? Siz ne derseniz o olur.” diye uzun bir ağlama seansından sonra istediğim her şeyi yaptırırdım. Ve yine istediğim onaylanmıştı. Hazırlanmam için herkes odadan çıkarken Jacob geride kalmıştı. Kapı kapandıktan sonra yatakta yanıma oturup sımsıkı sarıldı.
“Bir daha böyle bir şeye kalkışma. Sana bir şey olsaydı, kendimi asla affetmezdim.”
Elini yanağıma koyarak beni kendine çekti ve ilk kez öpüyormuş gibi dudaklarımı öpmeye başladı.
“Bazen, sen reşit olana kadar kendimi tutamayacağım diye korkuyorum. Çok güzelsin, sana bu kadar yakın olmak ateşte atlamak gibi hissettiriyor.”
Her zamanki gibi kendimi iyi hissettirecek en güzel sözleri söylüyordu. Bu kez ben yaklaşıp dudaklarına bir öpücük kondurdum.
“İyiyim. Ve bir daha asla bana zarar gelmeyecek. Buna emin olabilirsin. Hadi sen git kurulan bende hazırlanayım. Bu odada çok bunaldım.”
Başı ile onayladıktan sonra odadan çıktı. Onun çıkması ile hizmetliler geldi ve kıyafetlerimi hazırlamaya başladılar.
“Prensesim, iyi olduğunuza çok sevindik. Sadece ben değil, saraydaki bütün görevliler adına konuşuyorum. Siz bizim en kıymetli hazinemizsiniz. Lütfen bundan sonra daha dikkatli olun.”
Bu hizmetli. Söylediği sözler ve söyleme biçimi tüylerimi diken diken etmişti. Bana bir şeyler anımsatmıştı. Düşünmeye çalıştım. Düşündükçe başım çatlayacak gibi oluyordu.
“Mary, bağla onu. Ağzını sımsıkı kapat. Unutma o bizim en kıymetli hazinemiz.” bu sözleri söyleyen kişi…
“Prenses Elizabeth, iyi misiniz?”
“DOKUNMA BANA!”
Elimi savurmam ile hizmetli kızın elindeki tepsi yere saçılmıştı. Gözümü yerdeki tepsiden kaldırıp kızın yüzüne baktım. Bu o değil! Ben, yanlış mı gördüm? Neler oluyor bana?
“P-prenses iyi misiniz? Ço-çok özür dilerim. Sizi korkutmak istememiştim. Majesteleri kraliçenin emrettiği gibi size yiyecek bir şeyler getirmiştim. Çok özür dilerim, buraları hemen temizliyorum. Siz lütfen yatağınızdan inmeyin. Cam parçaları ayaklarınızı kesebilir.”
Dehşet içine düşmüş ve korkmuştum. Mary adındaki kırmızı örgülü o hizmetçi. Ama yanındaki kimdi? Ona emir veren? Onu eski hayatımda tanıyordum ama hafızam bulanık. Düşünmeye çalıştıkça başıma ağrılar giriyordu. Bu yüzden vazgeçtim.
“Yiyeceklerimi bahçeye hazırlayın. Orada yiyeceğim.”
Giyinip odadan çıkınca Jacob’ın kuru saçlar ve ütülenmiş kıyafetlerle beni beklediğini gördüm.
“Bundan sonra odandan bahçeye çıkıyor olsan bile sana eşlik edeceğim.”
Nazikçe uzattığı elini tuttum. Ana salondan geçerken büyük büyük annemin duvarda asılı olan ihtişamlı portresine takıldı gözüm. Ailemizde tanrıça Helios’un güçlerine sahip olduğu bilinen son kişi oydu.
Efsaneye göre soyumuz güneş tanrıçası Helios’a dayanıyor. Güneşin gücüne sahip olan tanrıça ateşe hükmedebiliyordu. O zamanlar tanrılar diyarında yaşam süren Helios hiç olmayacak birine, Ay tanrısına âşık oluyor. Aşkları karşılıklı olup birbirlerine karşı koyamayınca günler geceler boyu birlikte oluyorlar. Ancak diğer tanrı ve tanrıçalar bunu öğrenip sinirlenince Helios’un çocuklarının hepsi zina çocuğu sayılarak ondan koparılıp dünyaya gönderiliyor. Böylece dünya daha önce hiç görülmemiş güçlere sahip insanlarla tanışıyor.
Gündüzleri ateşe, geceleri suya hükmeden bu insanlar zamanla farklı soylar ile evlilik yaptıkça bu güçleri azalmış ve kuşaktan kuşağa aktarılması zorlaşmış. En son bu güçlere sahip olduğu doğrulanan kişi büyük büyük annemdi. 4 kuşak geçmiş olmasına rağmen halen kimsede bu güçlerin açığa çıkmamış olması artık soyumuzun bittiği söylentilerinin yayılmasına neden olmuştu.
Ama artık biliyorum ki o güçler benim içimde yaşamaya devam ediyor. Artık kaderimi değiştirebilmek için ipler benim elimde. Hafızam biraz bulanıkta olsa da Tanrıçam Helios üzerine yemin ederim ki! geçmiş hayatımda bana eziyet eden herkesi bulup intikamımı alacağım.
Devam Edecek…