Helios'un Kutsanmışları - 0. Bölüm
Karanlıktan nefret ediyorum. Güneşi özledim. Tenime değen ışınlarının bıraktığı sıcaklık hissiyatını…
Bu karanlık, kokuşmuş ve pis zindanda ne zamandır bulunduğumu bilmiyorum. Aylar mı? Yıllar mi? Gördüğüm işkence ve çektiğim eziyetlerden sonra artık hatırlayamıyorum. Bana bunu yaşatanlar en yakınımdaki insanlardı. Dostum sandığım, bütün sırlarımı paylaştığım, kız kardeşim dediğim insan hainlerle el ele vermiş.
Karanlık zindana biraz olsun ışık girmesinin tek yolu olan kocaman kapı büyük bir gürültü ile açıldı. Arkasından vuran ışık ile bile onun kim olduğunu anlatacak ayrıntıları seçebiliyordum. Yüksek kırmızı topukları, kısa sarı saçları ve kehribar renginde parlayan gözleri ile karşımda duran kadına baktım.
“Leydim! Bırakın beni. Aylar oldu. İstediğiniz şey bende yok. Bunu anlamak için bana daha ne kadar işkence edeceksiniz?”
Çirkin ve tiz bir sesle kahkaha attı.
“Yaş günü seremonisinde hepimiz seni gördük tatlım. Her yeri bir anda alevler içinde bıraktın. O muazzam güç güneş tanrıçasının sizin soyunuza bahşettiği kudretten başka bir şey olamaz.”
Kadın topuklarını yere vura vura yanıma yaklaştı. Diz çöküp çenemi tuttu.
“O gücü yeniden açığa çıkartıp bana aktarmadan hiç bir yere gidemezsin. Yeni imparatoriçe olup bütün dünyaya hükmedeceğim. Ne yazık ki güçlerin elinden alındıktan sonra öleceğin için sen bunu görme şerefini elde edemeyeceksin.”
Bu kadar yakınımda durunca parfüm kokusu burnuma dolmuştu.
“Bu koku…”
“Majesteleri Kraliçenin hediyesi. Siz ortalıktan kaybolduktan sonra beni kızı gibi gördüğü için bu parfümü bana hediye etmişti.”
“Ailem, onlar iyi mi?”
Sesim fısıltı gibi çıkıyordu. Gücüm yoktu artık. Çirkin bir şekilde gülümsedikten sonra hiç bir şey demeden ayağa kalkıp arkasını döndü.
Uzaklaşan topuklu sesleri ve kapanan kapı sesinden sonra yine sonsuz karanlığın içinde yalnız kalmıştım. Aylarca süren bu eziyete bir şekilde katlanmış ve ölecek olsam bile gücümü açığa çıkartıp bu azaptan kurtulmak istemiştim. Ama ne kadar çabalarsam çabalayayım o gün istemeden açığa çıkarttığım güce yeniden ulaşamadım.
“Tanrıçam. Dindar biri olmadığımı biliyorum. Bir kere bile evine gelip dua etmedim. Adını hiç anmadım. Dua etme gereksinimi duymayacak kadar bencil ve kendimi beğenmiştim. Ne elimdekilere şükrettim ne de daha fazlasını istedim. Tanrıçam! Eğer beni duyuyorsan beni bu azaptan kurtar. Sana ilk ve son duam budur!”
Aylardır akıtmadığım, güçlü durmak için tuttuğum göz yaşlarım yanaklarımdan hızla süzülmeye başladı. Artık dayanamıyorum bu karanlığa. Güneş ışığını özledim, tenimde bıraktığı sıcaklık hissini, baharda açan çiceklerin kokusunu. Ailemle bahçede vakit geçirmeyi…onlar nasıllardır acaba? Aylardır beni mi arıyorlar? Belki de çoktan yakalanıp öldürülmüşlerdir.
Canıma tak etti artık. Tenime değen soğuk zincirler, üzerinde yattığım soğuk zemin. Kemiklerime kadar işleyen bu soğuk kalp atışlarımı yavaşlatmaya başlamıştı. Ölüyordum ve bundan mutluluk duyuyordum. Kalbimde buruk bir sıcaklık hissettim. Abimin gülümsemesi gözümün önünde canlandı. Beni her daim korumaya yemin etmiş kişisel şövalyem olan nişanlım. Anne, baba.
“Çok özür dilerim…size veda edemedim.”
Prenses son sözlerini fısıltı şeklinde son nefesi ile beraber söylemişti. Son dakikalarında dua ettiği tanrıça onu duymuştu. Aslında tüm hayatını izlemişti ama bir kudretlinin yaşayan insan hayatına müdahale etmesi mümkün değildir. Prensesin ölümünden sonra tanrıça bir mucize gerçekleştirdi. Dünya üzerindeki son halefi olan bu insanın kaderinin bu olmamasına karar verdiği için ona kendi nefesini üfledi.
Prensesin bedeninin olduğu kör karanlık zindan aydınlandı. Işığı yavaş yavaş önce bütün krallığa ardından 7 kıtaya yayıldı.
Bir anda gece gündüze döndü. Prenses son nefesini verirken içindeki gücü açığa çıkartarak bütün kötülükleri yer yüzünden sildi. Öldüğü dünyada arkasında yalnızca iyilik bırakan prensesin ruhu tanrıçanın ona üflediği nefesle yeni kaderini yazacağı hayatına doğru ilerlemeye başladı.
Devam Edecek…